SEDEFLİ İLE KIRMIZILI

SEDEFLİ İLE KIRMIZILI

BİR ÖĞLEN VAKTİ
Dolmuş şöförü Ahmet, besmeleyle öğlen direksiyonunun başına geçti. “Allahım bugün evime sağ salim ve sakin olarak varmamı nasip et”, diye de günlük rutin cümlelerini içinden geçirmeyi ihmal etmedi. Otomobil fabrikasından 4 yıl önce emekli olmuştu. Her gün aynı parçaları arabaya takmak, aynı parçaları sayıp kontrol etmek, aynı parçaları boyamak onun göreviydi. Rutin olan ve fazla düşünme istemeyen bu işle bir bütün haline gelmiş, monotonluk onun hayat biçimi olmuştu. Tam yirmi beş sene yapmıştı bu işi.
YİRMİ YEDİ SENE ÖNCE
Otomobil fabrikasında olmayı, önceleri geçici bir iş gözüyle bakmıştı. İlk fırsatta buradan, denklemini kurduktan sonra zıplamayı düşünmüştü. Ne de olsa el becerisi olan yetenekli bir adamdı. O zamanlar kendi tamirhanesini açmak en büyük hayaliydi. İşi kaporta ve boya üzerine olacaktı. Yanına önce bir sonra iki eleman alacaktı. Kaporta tamiri üstüne uzmanlaşınca da, arabayla ilgili diğer tamir seçeneklerini ekleyecekti. Kim bilir belki de ileride bu çevrenin en iyi araba tamir servisi olacaktı. Ama öncesinde bildiği boya ve kaporta işinde uzmanlaşacaktı. Onunda öncesinde de bu hayalini gerçekleştirmek için sermayeye, çevreye ve daha fazla teknik bilgiye ihtiyacı vardı. Eh! Çocukluğunda tamirhanede 5 yıl çıraklık yaptığından çevresi ve bilgisi mevcuttu ama kendince bir üst seviye olarak gördüğü araba imalatını bilmiyordu. Arabanın kaynağını görmeli ve bu konuyla ilgili bir otomobil fabrikasında çalışmalı, parayı denkleştirdiğinde de kendi yerine doğru 5. Viteste ilerlemeliydi. Planı bu kadar basitti.
Kader, planının işlemesini sekteye uğrattığında, fabrikada henüz bir yıldır çalışıyordu. Annesi hastalandı ve bakım masraflarının çoğunu fabrikanın özel sigortası üstlendiğinden, mecbur 2 yıl daha çalıştı. Birikimi eridi. Biraz daha kalıp yine biriktirdi ama bu sefer gönlünü bir kıza kaptırdı. Evlilik hazırlıkları derken yine birikimi gitti. Tekrar kazanırım dedi ama çocuk, ev masrafı, hastalık, ölüm derken o birikim, işçi maaşıyla asla olamadı.
O ÖĞLENİN SABAHI
– Ahmet para bıraksana pazara gidicem.
– Daha dün bırakmıştım. Ne oldu onlara kadın?
– Ne olacak eve ve kızın çeyizine harcandı.
– İşe gitmeyecek miydin sen bugün?
– Aysel Hanımın kızı hastalanmış evdeymiş gelme temizliğe dedi bugün.
– Amaaan! Gideydin de fazladan para geleydi.
– O fazladan dediğin için ben eşek gibi 8 saat çalışıyorum.
– Aman başlama yine aynı lafları kaçıncı kez duydum. Kaç para istiyorsun? Onu söyle.
– Bırak 150 lira
– 150 mi? Yuh ama
– Yuh muh o zaman boğazını tutacan. Bak kendime kıyafet de alamadım ne zamandır onu söylemiyorum bile.
– Sen de haklısın ama ne yapayım bu kadar var işte. İdare et her zamanki gibi.
– Her zamanki gibi idare ederim Ahmet. Sen sıkma canını. Hele şu kız evlensin, bak rahatımıza sen o zaman.
– Hıı! Rahat ederiz emin ol hadi sağlıcakla kal Raziye.
– Dikkatli kullan aman sinirlenmeden, tansiyonunu fırlattırtmadan gel. Daha lazımsın bana

Ahmet evden çıkarken o sabah karısının “Her zamanki gibi idare ederim” lafı, beyninin her kıvrımında ona acı verircesine dolaştı. Ne çekmişti bu kadın. Keşke başkasıyla evlenseydi. Keşke Ahmet hiç fabrikaya girmeyip kendi iş yerini açmaya cesaret etseydi de, şu Raziye gün yüzü görseydi. “Keşke Ahmet keşke daha cesur olsaydın “ diye azarladı kendini. Pişmanlıkla dolu düşünceleriyle yürüdü durağına geldi. Herkesi selamladı. Minibüs devir saati daha gelmediğinden, zamanının geçmesini çay içerek bekledi. Bu işte olmasa, evdeki çark zor dönerdi. Şükür ki bu işi bulmuştu. Çayını içerken, durakta sıra olan müşterilere tek tek baktı. Gözüne iki iyi giyimli kadın çarptı. Karısı yaşındaydılar sanki. Konuşup, gülüşüyorlardı. Süslenmişler takmışlar takıştırmışlardı. Belli ki gezmeye gidiyorlardı. Karısını da keşke böyle süsleyebilseydi. Hem onun Raziye’si bu kaknemlerden daha güzeldi. Otomatikman ellerine baktı kadınların. Yaşı ve yapılan işi belli eden en önemli yerler, ellerdi Ahmet için. Uzun ve sivriydi tırnaklar. Hem de yaşlılığın getirdiği buruşukluk ve lekelerle birlikte, o sipsivri tırnaklar nedense masallardaki kötü cadıların tırnakları gibi geldi ona. Eski işinden dolayı bilirdi boyaları renkleri. Bir tanesi o sedefli beyazdan, öbürü de cart kırmızı ojeden sürmüştü. Sanki birazdan çantasından zehirli elma çıkaracakmış gibi yapışmıştı çantasının sapına. Acaba hayatlarında hiç para kazanmak için çalışmak zorunda kaldılar mı?diye Ahmet düşündü. Hiç zannetmiyordu çünkü ellerinde Raziye’sininki gibi yıpranmışlık yoktu. Bunlarınki pamuk şeker gibiydi ve parıltılı takılarla da doluydu. Sedef ojeli konuşurken nasılda hareket ettiriyordu ellerini. “Sanırsın mekanik bilgi veriyor. Alt tarafı turşuyu nasıl kurduğunu anlatıyor” dedi içinden. Ah! Raziye’si nasıl da sessizce yapar işini de kimseye anlatmazdı. “Yaptım işte, ye gitsin” der bitirirdi lafını.
Eee! Detaylar yıllarca Ahmet’in hayatının parçası olmuştu. Zaten cesaretsizliği de bu detaycılığından kaynaklanıyordu ya. Hadi neyse. Tam daha geçmişe gidecekken düşünceleri Erkan’ın seslenmesiyle yarıda kaldı.
-Ahmet Abi! Senin sıran hadi abi bekletme müşteriyi.
-Geldim Erkan
-Hadi kolay gelsin abi.
– Sağ ol! Sağ ol! Oğlum.
Besmelesini çekti, duasını etti, geçti direksiyona. Paralar bir bir gelmeye başladı. “Erenköy bir tane”, Kızıltoprak iki tane” bu böyle gitti. O iki kadından kırmızı ojelisi 50 lira uzattı ve Şaşkınbakkal’a iki tane,” dedi. Tam arkasından geldi ses.
-Bozuk yok muydu? Dedi Ahmet.
-Yok bu var sadece
-Öbür bayanda yok muydu?
-Onda da yok. Olsa verirdik herhalde. Kadının sesi sert çıkmıştı.
Zaten daha sıradayken kıl olduğu bu kadından, bir defa daha hiç hoşlanmayan Ahmet, sol eliyle direksiyonu tutarken, sağ eliyle parayı denkleştirmeye çalışıyordu. Para üstünü verdi. Kırmızı ojelinin kalınlaşmış sesini duydu yine.
– “Geçen gün kuyumcuya gittim o beğendiğim zümrüt yüzüğün fiyatını sormak için.
-Aaa İyi yapmışsın abla. Kaç paraymış? “ dedi sedefli
-Üç bin beş yüzmüş.
-Eee iyiymiş, uygunmuş fiyatı alaydın.
Bunu duyan Ahmet öksürdü hafiften. ” Yuh! Ucuzmuş nesi ucuz bunun. Dünyadan haberi yok galiba. Yanındaki de kardeşiymiş demek diye geçirdi aklından.
Kırmızılı;
-Fiyatı biraz ucuz geldi bana o 1,5 kratlık zümrütün daha pahalı olması lazımdı. İşkillendim. Almadım.
-Neden bu kadar ucuz olabilir sence? Belki çalıntıdır.
-Yok sanmam ama bu dükkan bazen ikinci el malı da satıyor belki ondandır. Ben başkasının kullandığı takıyı alıp da takamam.
Ahmet “Hay haspam. Ben vallaha zümrüt yüzük alabilsem, onuncu elini bile alırdım. Verirdim Raziye’me düğünde takardı parmağına.” diye düşünerek vitesi küçülttü.
– Yaa! Bilirim bilirim takmazsın sen hiç. Dedi alaycı bir ses tonuyla sedefli.
Ahmet dolmuşu sürerken, bir yandan da konuşmayı hem dinleyip kendince yorumlar yapmaya başladığını fark etti. “Vay sedefli küçümsedi galiba kırmızıyı. Aferin kız devam”
Kırmızılı şaşırmış gibi yaparaktan “Niye öyle imalı dedin şimdi, anlayamadım?
– Aman sanki yeni tanıştık abla. Kime neyin havasını atıyorsun ki anlamıyorum hiç. Madem İkinci el takı takmıyorsun, lafı açılmışken sorayım. Annemden kalan o elmas gerdanlık nerede?
– Hangi gerdanlık?
– Hangisi olacak annemin cenazesinden sonra eve gizlice götürdüğün, kızının nişanına, benim oğlanın düğününde taktığın ama onbeş yıldır benim hiç takamadığım gerdanlık.

Ahmet “Vay! Annelerinden gerdanlık kalmış demek. Benimkinden ise sadece kullanılmış ilaçlar kaldı. Kısmet, şans işte. Ne olmuş acaba gerdanlığa? Merak ettim” diye içinden söylendi.
– Haa! O mu kasada canım.
– E al o zaman ben takacağım artık onu. Sedefli sinirlenmeye başlamıştı. Ses tonunu biraz yükseltti. Ahmet memnun oldu buna çünkü duyacağım diye kafasını arkaya yaslamaktan boynu tutulmaya başlamıştı.
– Amaan! Ne takacaksın onu. Taşları ufak kırık dökük başka şey tak sen.
– Ablaa! Ben öyle hatırlamıyorum ama gayet büyük ve parlaktı taşları. Annem takarken parıldardı ve bu çok hoşuma giderdi.
– Ahmet“ Sen hayallerinde hoşlanmaya devam et sedefli. Geçmiş olsun ablanın vermeye niyeti yok gitti o.”
– Kızım biz küçükken elmastan başka taş yoktu ki düzgün. Ondan sana parlak geliyordu. Görsen şimdi yüzüne bakmazsın.
– Ahmet; “Biz küçükken ne elması, elmayı bile nerdeyse zor görüyorduk. Şu dünyaya bak. “
– Hah ben de onu diyorum görsem diyorum, baksam diyorum artık. Haftaya eltimin kızı Zehra’nın düğünü var oraya takacağım.
– “Kinli iki kardeş bunlar. Bak sen şu cadıya hem malı kaçırmış kardeşinden hem de anlamıyor ayağına yatıyor. Tam tahmin ettiğim gibi cadı bu cadı.“ diye inceden gülümseyen Ahmet neredeyse hayatında ilk defa caddenin bu kadar sıkışık olmasından dolayı mutluydu.
– Şöför bey müsait bir yerde inicem diyen müşteriye, hemen durup kapıyı açtı. Lafı kaçırmak istemiyordu. Müziği de kapasa mıydı acaba? Yok o zaman konuşmazlardı belki iki kardeş. Duyamazsa gerdanlığın akıbetini çatlardı.
– Ay! Veremem onu şimdi. Banka kasasında o. Biliyorsun banka da taa karşıda. Gidemem.
– Ne demek gidemem? Gideceksin. Ben senin için nerelere gittim zamanında.
Sedefli sesini biraz öncekinden bir ton daha arttırdı hatta iyice sinirlendi.
– Ahmet “ Hah! Unut onu sen sedefli. Cadı yedi, yedi gerdanlığı.”
– Amaan sen de amma uzattın unutamadın şu 20 senelik konuyu.
– Tabi unutamam. Naci az laf etmemişti bana .
– Naci Naci ! Öf! Adam beş sene önce bitti gitti! Hem ayrıca özür de dilemiştim.
Ahmet; ”Bu cadı Naci’yi de yemiştir kesin.” Diye düşündü.
– Özür diledin ama kocam benle 2 ay konuşmadı diye de kahroldum.
– Aman şimdi de konuşamıyor. Gitti öte tarafa. Kahroluyor musun? Geç, aş bunları.
Kırmızı ojelinin de sesi bir ton yükselmişti ve dolmuştaki müşterilerin bu iki kardeşi artık duymamasına imkan yoktu.
Ahmet ”Kırmızılıya bak sen amma da gamsız baykuşmuş. Hem cadı hem de baykuş. Aman Raziyem, Çok şey istiyorsun diye sana ben haksızlık etmişim bunca yıl. Ne kadınlar varmış meğer.”
Vakko’nun orada inmek isteyen müşteriye kapıyı açtığında iki kardeş artık susmuşlardı. Yeni müşteriler gelip paraları uzatırken Ahmet merakından ölecekti neredeyse. Kim kazanacaktı bu tartışmayı çok merak ediyordu. Birazdan ikisi de inecekti Şaşkınbakkal demişti di mi o cadı? Ne yapsa da devam etselerdi? Bir anda “Bankada inecek var mıydı” derken buldu kendini. Kıpkırmızı oldu suratı bankada nerden çıkmıştı şimdi?
Sedefli bir anda banka lafını duyunca; kesin ve sert bir tonla ablasına;
-Tamam tamam kapattım o konuyu. Haftaya bankaya gideceksin ve ben de o kolyeyi takıcam. Benim de hakkım var onda. Yıllardır sende duruyor. Biraz da ben de duracak.
– Tutturdun şu üç kuruşluk şey için. Bizim dönemin kadınlarının çoğunda aynısından var. Kızılay dağıtmış gibi ne öyle herkesin boynunda. Sen başka şey tak, farklı ol canım biraz. Bu ne sıradanlık.
Bu sırada yolculardan biri camı açtığından kırmızılının laflarını tam işitemeyen
Ahmet “ O Kızılay bize niye dağıtmadı ki ondan. Bileydim ben de girerdim sıraya. “diye kafasını salladı. Artık bayağı bir içinden kardeşlerle sohbet ediyordu.
– Bak sen yine yan çiziyorsun abla.
– Ne yan çizmesi ayol?
Ahmet “Şimdi bu cadı neden çizmeden bahsediyor? Gerdanlığa gelsene çık çizmeden.”
– Bak abla son kez uyarıyorum seni,
Diyen sedefli bir an duraksadıktan sonra,
-Yoksa bir şey mi geldi bu gerdanlığın başına? Sattın mı? Doğruyu söyle.
– Ahmet “ hah şimdi cevapla bakalım kırmızı. Sattın mı?” diye düşünüp dikiz aynasından ablaya bakış attığında onun gerçekten yüzünün kıpkırmızı olduğunu gördü. “Vay bu bir şey saklıyor. Bir şey yapmış”
– Ne satması? Yok öyle bir şey. Diye kekeledi kırmızılı.
– Ablaa sana diyorum ne oldu kolyeye. Diye sertçe sordu sedefli.
Bir anda dolmuştaki tüm gözler bu ikiliye dönmüştü. Bakışları fark eden abla
-Satmadım dedi. Kendini herkesin gözünde aklamak istercesine. Hemen ekledi,
-Şşşt yavaş konuş, herkes bizi dinliyor.
– Ayy dinlesinler bana ne. Çok sinirlendim şu anda. Bana cevap ver. Ne oldu o kolyeye?
– Sus, inelim anlatıcam. Şöför Bey müsait bir yerde dur da inelim.
Merakından çatlamak üzere olan Ahmet ”Bir süre daha müsait olamayacağız abla sen konuşmaya devam et” dedi düşünmeden
Daha da öfkelenen kırmızılı
-Şöför bey dur ineceğiz dedim burada .
Aynadan dolmuştaki yolcuların meraklı bakışlarından cesaret alan Ahmet son bir kez şansını denemek istedi ve çaresizce
“Kalsaydınız?” dedi.

YAZAN: HANZADE TARAKÇIOĞLU

Bu yazı Hikayeler kategorisine gönderilmiş ve , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

SEDEFLİ İLE KIRMIZILI için 4 cevap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir